En Son Yayınlananlar:

26 Ekim 2014 Pazar

The Shining / Cinnet


The Shining / Cinnet
Yönetmen : Stanley Kubrick
Eser: Stephen King
Senaryo : Stanley Kubrick & Diane Johnson
Yapım yılı: 1980
Ülke: ABD
Tür: Gerilim, Korku, Kült
IMDb: 8.5
Oyuncular : Jack Nicholson, Shelley Duvall, Danny Lloyd, Scatman Crothers



İki yetişkin arasındaki gerilimin voltajı ne kadar yüksek olabilir? Bir zamanlar birbirini çok sevmiş bir erkekle bir kadın birbirlerinden ne kadar rahatsız olabilirler? Bir kadın en yakını olan adamdan, aynı yatağı paylaştığı insandan ne kadar korkabilir? İnsan defalarca seviştiği bir bedene zarar vermek isteyebilir mi? Bir aile her şeyden ve herkesten uzaktayken daha mı huzurlu olur yoksa aralarındaki anlaşmazlıklar daha mı belirgin hale gelir?

İnsan yalnız doğan ve yalnız ölen bir varlık. Kendimize yakın hissettiğimiz insanları eş olarak seçiyoruz, seviyoruz, sevişiyoruz, mimiklerinden ruh halini anlamaya, kalbindeki düğümleri bile tek tek sevmeye başlıyoruz. İki kişinin kurduğu birlik muazzam. Elini sevdiğin insanın avucuna bırakıp güvenle yürümek mükemmel.Dünyanın en sevimsiz yolunda yürüsen bile her şey gözüne güzel görünüyor o anlarda. Sevdiğin insanın göğsüne başını koyup da uyuduğun uyku pamuklara sarmalanmışsın gibi dinlendirici, uyanıp da yanıbaşında onu görmek mutluluk.

Peki sevgi korunabilir mi? Ya da göğsüne yattığın adam seni fiziken incitmek için kovalarken hala devam edebilir mi? Kollarınla sardığın kadınla arana ait olduğun toplumun yükleri, işin, işsizliğin, kötü alışkanlıkların girebilir mi?



Bir cinnet, kapalı alan sendromu,sürekli yağan kar? Hangisi?!

Stephen King'in 1977' de yazdığı romanı ''The Shining'' (Ülkemizde 'Medyum' adıyla yayınlanmıştır.) Torrance ailesinin korkunç öyküsünü anlatırken bu soruların cevabını arıyor. Roman, 1980'de Stanley Kubrick tarafından aynı adla sinemaya uyarlandı.

Stanley Kubrick çağımızın en önemli yönetmenlerinden biri. Her filminde yeni çekim teknikleri denemekten kaçınmayan bir reformist. Eserlerini çekerken zamandan tasarruf etmemesi, filmin her ayrıntısıyla detaylı şekilde ilgilenmesiyle meşhur. Ünlü yönetmen, büyük studyoların esiri olmamak için çekeceği filmleri en ince detayına kadar planladıktan sonra anlaşmalar yapmış, böylece özgürce çalışma imkanı bulabilmiş.


Mükemmeliyetçiliğiyle tanınan Kubrick, kafasında canlandırdığı sahneyi perdeye aktarabilmek için en basit sahneleri bile yüzlerce kez tekrarlatmış bir yönetmen. Bu özelliğini '' The Shining'' de de sonuna kadar kullanmış. Oyuncuları bitmek bilmeyen tekrarlardan bunalttığı olmuş; hatta, tam beğenmediği için filmin ilk gösteriminden sonra bile montajla değişiklikler yapmış.

Önümüzdeki sene filmin 35. yıldönümü sebebiyle bir etkinlik düzenlenecek. Bu vesileyle gelmiş geçmiş en korkunç filmlerden biri olan 'The Shining' efsanesinden biraz bahsetmek isterim.


Öncelikle sıkı bir King okuru olarak söyleyebilirim ki; King romanları şahanedir, film uyarlamaları çoğunlukla berbat. Bir istisna haricinde; ''The Shining''. Ne yazık ki Stephen King bu filmden nefret etmiş, ''benim eserimi mahvetti '' diyerek Kubrick'e gönül koymuş, seneler sonra bir de kendi versiyonunu çekmiştir.
Oysa filmi kült bir esere dönüştüren; yönetmenin dehasıdır.

Baş kahramanımız Jack Torrence, alkol sorunu ve sinirine hakim olamaması yüzünden öğretmenlik işini kaybeden amatör bir yazar. Hayatına çekidüzen verebilmek ve yarım bıraktığı kitabını tamamlayabilmek için bir dağ otelinin kış bakıcılığı işini kabul eder. Eşi Wendy ve telepatik yetenekleri olan ufak oğulları Danny ile birlikte kışı mevsimde tamamen ıssız olan Overlook otelinde geçireceklerdir.

Otel bir Kızılderili mezarlığının üzerinde yükselmiş ve kurulduğu zamandan beri beyaz Amerikalı iş adamlarını, politikacılarını, kapitalist sistemin patronlarını zevkle ağırlamıştır. Amerika'nın Kızılderili yerlilerin kanı üzerinde yeni ve vahşi bir medeniyet kurduğu gibi..

Torrence ailesi ise, sıradan,orta sınıf Amerikan çekirdek ailesidir.

Kubrick; ırkçılıktan hiç hoşlanmadığı bilinen bir insan. Overlook otelinin her detayında Kızılderilileri görmemizi sağlamış. Yer döşemeleri, ünlü asansörün süslemeleri, avizeler, tavan süslemeleri hep onlara ait motiflerden oluşturulmuş.


King romanında otelin şeytani doğaüstü güçlerini daha çok vurgularken; Kubrick politik göndermeler yapmış.

Romanda otelin laneti kahramanımızın ruhundaki gediklerden yavaş yavaş sızarak delirmesine sebep olmaktadır. Filmde ise kahramanımızın sistem karşısında küçük kalışı, alkolizm problemi ve kısıtlı bir alanda sıkışıp kalmanın yarattığı buhranı (Cabin Fever) anlatılır.


King kötülüğü dışarıya, arazinin ve otelin lanetine bağlarken; Kubrick insan ruhunun dehlizlerinin yeterli olduğunu düşünmüş, ötesini muğlak bırakmış fakat kesin olarak reddetmemiştir.

Kubrick, gerilimin dozunu gıdım gıdım arttırarak finale kadar bizleri ekrana kilitliyor. Jack Torrence keçileri istikrarlı bir yavaşlıkla kaçırırken eşi ve oğlunun korkusu seyirciye yansıyor.

Jack Torrence rolunde Nicholson efsanevi bir oyun sergiliyor. Tüm mimik ve beden hareketleriyle canlandırdığı karaktere adeta hayat veriyor. Shelley Duvall ise Wendy Torrence' ın üzerine sinmiş kaygıyı, korkusunu hatta ilişkisini sorun çıkmadan yürütme çabasını bana göre mükemmel canlandırıyor. Filme dair ilginç detaylardan biri de, çocuk oyuncu Danny Lloyd'un film gösterime girene kadar korku filminde oynadığını bilmemesi. Stanley Kubrick kendisiyle özel olarak ilgilenmiş, her sahnesi ayrı ve itinayla çekilmiş.

Defalarca izleseniz, hikayeyi ezberlemiş olsanız da bu filmi her izlediğinizde aynı gerilimi ve korkuyu yeniden yaşıyorsunuz.


Yönetmenin ve ekibin özenli çalışmasının yanında; ''The Shining''i bunca senedir izlenir, konuşulur kılan şeyin şiddeti ve korkuyu en güvenli alanımıza sokması olduğunu düşünüyorum.



Küçük bir aile bireylerinin, her şeyden izole bir ortamda kendi yalnızlıklarına ve kaygılarına gömülmeleri ustaca anlatılıyor. Birbirinin en yakını olan insanların bu yalnızlıkta yüzleşemedikleri her kusurlarını karşılarındakine yansıtmaları, bunun doğurduğu gerilim, korku ve şiddet çok ürkütücü.

İnsan ister istemez kendini kahramanların yerine koyuyor. İster istemez en sevdiklerinle olan bağını sorguluyorsun. Kar yağarken mutlulukla elini tutup yürüdüğün sevgilinin, karlarla kaplı bir dağda yalnız kaldığınızda ince ince delirerek sana neler yapabileceğini merak ediyorsun. Senin ona neler yapabileceğini merak ediyorsun. İnsan ruhunun çılgınlığının sınırlarını farkediyorsun...

İzlemeye, üzerinde düşünmeye değer !


Yazı:



Fragman:


The Shining/ Cinnet
(Türkçe Altyazılı Tek Parça Full izle)


The Shining / Cinnet
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full izle)

24 Ekim 2014 Cuma

The Station Agent / Hayatın İçinden


Yönetmen: Thomas Mccarthy 
Senaryo: Thomas Mccarthy 
Görüntü Yönetmeni: Oliver Bokelberg 
VizyonTarihi: 23 Temmuz 2004 
Süre: 88 dk 
Tür: Dram
Ülke: ABD
Oyuncular:
Peter Dinklage,
Patricia Clarkson,Bobby Cannavale,Michelle Williams


Trenlere baktığımda hep çok eski bir dostumun otistik abisi gelir aklıma...
 Sık sık kaybolur, onu hep Sirkeci'de trenleri izlerken bulup getirirlerdi.
Tren resimleri yapmayı severdi.
Zaman zamansa onu uzak şehirlerde bulurlardı. Önüne gelen bir trene atladığı gibi hiç bilmediği bir şehre gidiverirdi bazen.
Birkaç haftalık polisiye bir arama macerasından sonra, kötü durumda bulunup getirilirdi..

Beynimdeki çocukluktan kalma görüntüleri şöyle bir kurcaladığımda, mahallemizin bu farklı kişiliğine yapılan sataşmaların, aşağılamaların ve alaycı sırıtışlarla dolu tuhaf bakışların acısını dün gibi hatırlıyorum.


Mecburi engelli kontenjanından bir fabrikada paketleme servisinde çalışan, günün işten arta kalan zamanında ise kendi kendine sahilde ya da parkta bir bankta saatlerce oturan bu adama karşı; acıma, koruma ve saygı arasında açıklayamadığım bir duygu trafiği içindeydim.

İnsanlara karşı pek saygı ve sevgi dolu olduğu söylenemeyecek, asabi bir çocuk olan ben; dostumun abisine karşı herkese olduğumdan çok farklı olarak daima saygılıydım. Kendi kardeşleri dahil, mahallenin bütün çocukları ona adıyla hitap ederken, ben 35 yaşlarındaki bu adama her zaman abi demeyi ihmal etmezdim.


Birkaç seferinde tepkisizliğinden yararlanıp kendisini dalgaya almaya çalışan, itip kakan bazı kişilerin de kafasını ezince aramızda  ister istemez bir iletişim başladı.
Ailesinin şaşkın bakışları arasında hiç kimseyle konuşmayan bu içine kapalı otistik adam, beni her gördüğünde selam verip konuşmaya, hatta zaman zaman halimi hatırımı sormaya başlamıştı.
Gülümseyerek hatırladığım bir diğer anı ise, evlerinde kalacağım bir gecede tüm aileyi şok ederek, kardeşinin odasına gelip aç olup olmadığımı sorması olmuştu. :)

14-15 yaşlarında kimseye saygısı olmayan, kavgacı, kızgın, üzgün ve babasız bir çocuk olarak belkide farklı olmanın verdiği zorluğu anlıyor olmamdan olsa gerek ki, adeta 35 yıllık otistik bir kapalı kutuyu açmış, ona erişmeyi başarmıştım.
Şimdi düşündüğümde onun sadece otizmden değil, kötü bakışlar ve aşağılamalar yüzünden içine kapandığını çok daha net görüyorum.


Trenler bu yüzden onun ilham kaynağıydı.
Sanırım onlardan birine binip, bütün o kötü bakışlar ve aşağılamalardan uzaklaşma isteğiydi ona Sirkeci'de günlerce tren resmi yaptıran.
Bir trene binip, bilmediği bir şehirde açlıktan bayılıncaya kadar kaybolması, otizmin anlaşılamaz dehlizleri yüzünden değil, normal insanların anlaşılamaz kötülüklerinden kaynaklanıyordu kuşkusuz.

Ona ulaşmak, hayatı boyunca normal tabir edilen insan zümresiyle didişecek olan bendeniz için hayati önemde bir karar ve dönüm noktası olmuştur. Hayatta kime saygı gösterip kime göstermeyeceğimi, kimin kafasını ezip kimi kollayacağımı algıladığım kritik bir dönemdir.


Yönetmen Thomas Mccarthy'nin senaryosunu izlediğimde haliyle hayatımın bu parçası gözlerimin önüne geldi. Filmde tıpkı benim otistik dostum gibi trenlere tutkusu olan engelli bir bireyin, kendisine miras kalan eski tren istasyonunda, yeni bir hayat kurmaya çabalarken yaşadığı bir dizi olay konu ediliyor. 

İnsanların kötü bakışlarından dolayı içine kapanmış bir cüce olan ana karakter "Fin", yalnız kalmak amacıyla gittiği bu küçük kasabada, tanıştığı bazı insanlarda kendisininkinden de derin acılar olduğunu görecek ve istemsizce de olsa bazı arkadaşlar edinecektir.

 Thomas Mccarthy tren temasını benim bakış açımla mı kullanmış tartışılır, ancak acı gerçek şu ki; hiçbir tren kötü insanlardan yeteri kadar uzağa gidemez...!!!

Yazı:

Fragman


The Station Agent / Hayatın İçinden
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full izle)

Nymphomaniac / İtiraf Vol.1&2



Nymphomaniac / İtiraf 
Vol 1 & Vol 2
Yönetmen : Lars von Trier
Senaryo : Lars von Trier
Yapım yılı : 2013
Tür: Dram, Psikolojik
Ülke : Danimarka
IMDb : 7.1
Oyuncular : Charlotte Gainsbourg,
Stellan Starsgard, Stacy Martin, Shia LaBeouf, Christian Slater, Uma Thurman

+18
Yazı rahatsız edici içerik ve görsel içerebilir.



Mutlu sonları, neşeli sofraları, çınlayan kahkahaları pek sevmeyen; bizlere hayatın ve insanın karanlık, irin dolu, karmaşık, gölgede kalan yanlarını anlatmayı tercih eden Lars von Trier; Melancholia ve Antichrist'tan sonra '' depresyon üçlemesi'' nin son ayağı olan Nympomaniac' ı iki film halinde sinema tarihine ekledi. Dünyada pek çok tartışmaya neden olan bu filmden bahsetmek istiyorum biraz...

Lars von Trier, çizgisini bozmayarak; yine izleyiciyi rahatsız eden, kendi iç dünyasının kuyularından aşağı bakmaya zorlayan, kendi aylarının karanlık yüzlerinde ne olduğunu merak ettiren ve bolca düşündüren bir eser yaratmış.



''Nymphomaniac'' uzunluğundan dolayı vol 1 ve vol 2 şeklinde iki film olarak sunuldu. Ben iki filmin üst üste izlenmesini tavsiye ederim zaten bütün zorlayıcılığına rağmen akıyor gidiyor.

''Nemfomani '' psikolojik bir rahatsızlık; hiperseksüalite bozukluğu gösteren kadınlar için kullanılıyor. ''Nemfoman'' ise bu rahatsızlıktan muzdarip bireyin sıfatı...



Hikayemizin ana kahramanı Joe bir nemfoman.
Açılış sahnesinde onu yerde ölesiye dayak yemiş perişan yatarken görüyoruz; Rammstein' in '' Führe mich/ bana yol göster '' i eşliğinde. Diğer ana karakterimiz, ellilerinde bir erkek olan Seligman. Joe'yu yaralı halde buluyor ve iyileşmesi için evine götürüyor.

Epizodlar halinde anlatılan hikaye; nemfoman Joe' nun bütün hayatını o gece aseksüel bir entelektüel olan Seligman' a metaforlar üzerinden başlayarak anlatması üzerinden kurgulanmış.

Yüzlerce erkekle kendi rızasıyla yatmış bir kadın, bakir bir entelektüel karşısında günah çıkarıyor gibi biraz.
Joe kendisini dişil gücüyle erkekleri manipule etmiş bir ''kötü'' olarak tanımlıyor ve Seligman' da mutlak kötü ya da mutlak iyi olamayacağını savunuyor.

Bundan sonra Joe' nun çocukluğundan başlayarak cinselliğini keşfedişine, bekaretini kaybedişine, aile ilişkilerine, arkadaşlarına, birbiri ardına mekanik ve duygusuz sevişmeler yaşadığı erkeklere, bu erkeklerin her birini ''ilk orgazmımı seninle yaşadım'' diye kandırışına ve bu durumla pek eğlenişine tanıklık ediyoruz.

Zaman zaman çok zorlayıcı olabilen bir yolculuk bu. Joe her ne kadar kendisini sadece hazzın peşinde bir insan olarak tanımlasa, hiçbir duygusal açlığının olmadığını savunsa da düşünüyoruz: gerçekten öyle mi?

Annesinin ilgisizliğinin, babasıyla sohbetlerinde hep dinleyici konumunda olmasının etkisi var mı? Çok daha sonradan büyük aşk yaşayacağı Jerome ile yaşadığı ilk cinsel birlikteliğinin duygusuzluğuna, deneyimin sakilliğine bir tepki olabilir mi bu durumu?



Film boyunca kendi içimizde toplumun iki yüzlülüğünü; erkek ve kadına farklı tutumunu, doğumu, ölümü, aile kurumunu, seksi, seksin her birey için apayrı anlamlara gelebildiğini, sığındığımız güvenli korunakların gerçekten güvenli olup olmadığını sorgulayıp duruyoruz.

İnsanın en temel içgüdülerinden olan cinselliğin sınırları ekranda zorlanırken bizler de kendi içsel sınırlarımızı zorluyoruz; empati yetimiz nereye kadar? Sado-mazo ilişkileri anlayabilir miyiz? Eşine yetemediği için başka erkeklere gitmesini öneren bir erkeğin acısını, çaresizliğini içselleştirebilir miyiz? Sevdiği adamın yüzünde gördüğü acıya rağmen gidebilen, başkalarıyla seks yapabilen bir kadın içimizi ne kadar burabilir? Bir pedofile bile acıyabilir miyiz? Gözlerimizi yummadan ne kadar bakabiliriz sertin de serti sahnelere?



Film için ''porno '' eleştirileri yapılmasına rağmen, bence alakasız bir tespit bu. Bol bol seks sahnesi gördüğümüz doğru ancak bu sahnelerin ''uyarıcı'' olmaktan fersah fersah uzakta kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Herkes izlediği bir filmden, okuduğu bir kitaptan kendine göre bir mesaj çıkarır. Eserin vurucu bir cümlesi ya da sahnesi aklına kazınır.

Benim için Lars von Trier' in zaman zaman ucuz popülizme kaçabilen entelektüel metaforları, fazlaca ağır ve üzücü olabilen seks sahneleri, ucundan azıcık feminizm sosu, Jerome' un acısı ya da Uma Thurman' ın muazzam oynadığı eğlenceli sahnesi o ''vurucu mesaj'' olmadı. Çocukluk arkadaşı B.'nin Joe' nun kulağına fısıldadığı bir cümle yüreğimde yankı buldu.

Mutlaka izlenmesini tavsiye ettiğim filmden hatıramda kalan cümle:
''sevişmenin tadı tuzu aşkta ''...

Yazı:
Aurea Lux


Fragman:

Nymphomaniac Vol.1 / İtiraf  Bölüm 1
(Türkçe Altyazılı Tek Parça Full izle)


Nymphomaniac Vol.2 / İtiraf  Bölüm 2
(Türkçe Altyazılı Tek Parça Full izle)

21 Ekim 2014 Salı

Aşk / Her

Orijinal Adı: Her
Yapım: ABD
Yıl: 2013
Tür: Dram, Romantik, Bilim Kurgu
Senaryo: Spike Jonze
Yönetmen: Spike Jonze
Oyuncular: Joaquin Phoenix, Amy Adams, Scarlett Johansson 
IMDb: 8,2

İletişim ve teknoloji çağı...
 Bilgiye hızlı ulaşım, iletişim ve insanoğlu için daha sayılamayacak pek çok kolaylık...

 Klişe bir başlangıç olacak ama, hepimizin hayatında dev ekranlar, akıllı telefonlar, uydular, fiber optik internet ağları, yapay zekaya sahip üç boyutlu oyunlar, işletim sistemleri ve programlar vs.vs. var.

 İyimser bir tahminle, sıradan bir şehir insanı gün boyu hiç bilgisayarını yada telefonunu açmasa bile, bu programların en az beş altı tanesini, kullanıldıkları sistemlere ve cihazlara entegre olmak vasıtası ile dolaylı da olsa kullanmaktadır. Telefonlar ve bilgisayarlarda devreye girdiğinde bu sayı yine iyimser bir tahminle ortalama on beşi bulmaktadır.



 Hepimiz birer görsel hafıza bağımlısıyız ve bu saydıklarımın çoğunun arayüzleri, tarafımızca sanki onların kendi yansımaları gibi algılanıyor. Çok yakında kendisini geliştirebilen bir yapay zekaya aşık olma ihtimalimiz olasıdır. Hele bir de güzel bir arayüz yazılırsa değmeyin keyfimize.

 Bu sözde yeni çağ, içimizde bir çocuk gibi bizimle birlikte büyüyor ve aksi, mutsuz bir ihtiyar olma yolunda hızla yaşlanıyor.

 Önce gerçek oyunlarımızı çaldı. Artık sokaklarda koşturmak, eve geç kalmak ve azar işitmeye gerek kalmamıştı, üstelik birlikte oyun oynayacak arkadaşlara da fazlaca ihtiyaç yoktu; arkadaşlarımızı çaldı.

Sonra diyaloglarımızı çaldı, birbirimize sesli harfleri bile kullanacak kadar tahammülümüz kalmadı.



Arşivlerimizi, koleksiyonlarımızı, müziğimizi, kitaplarımızı, dergilerimizi, mektuplarımızı içine aldı, değerlerini düşürdü, adını da kolay ulaşılabilirlik koydu.

Paramızı çaldı, birbirimizle konuşamaz hale geldik, telefonları çaldırıp çaldırıp kapatır olduk. Elimizdeki teknolojiyi belli periyotlarla eskitip yenisini almamız için bize sözleşmeler imzalattı, taahhütler verdirdi.

Bu sözde iletişimsiz iletişim çağı birbirimizle olan iletişimimizi çaldı.

Güvenimizi çaldı, birbirimizi kameralardan izler olduk. İş arkadaşlarımızı günboyu kaydettik, sevgilimize bulunduğu yeri kameradan göstermesi için baskı yaptık.

Birlikte bir yerlere gidip bir şeyler içip sohbet ederdik, birlikte gittiğimiz mekanlarda birbirimizin yüzüne bile bakamaz olduk. Elimizde prestijimizi de gösteren dev ekranlar, bir şeyleri tırmalayıp durmaktan, ne kadar mutlu ve asla yalnız olmadığımızı tüm dünyaya kanıtlamak istercesine paylaşımlarda bulunmaktan birbirimizle konuşacak vaktimiz dahi kalmadı.
 Oysa artık ne kadar mutsuz ve yalnızız...


Filmin senaryo yazarı ve yönetmeni Spike Jonze benimle aynı kanıda olmalı ki, müthiş bir anlatımla konuyu çok mütevazi bir şekilde ortaya koymuş. Woody Allen' sal yapılara da rastladığım filmde, yakın gelecekte geçen öykü öylesine abartısız anlatılmış ki çoğu zaman bir bilim kurgu izlemekte olduğunuzu unutuyorsunuz.

Joaquin Phoenix’in tartışılmaz karakter oyunculuğu ile seyirciyi yakın gelecekte olası olabilecek bir aşk hikayesine odaklayan Spike Jonze, çok farklı bir algı ve anlatım şeklini kullanarak, teknolojinin insani olabilecek yönleriyle konuya yumuşak bir ortam sağlayıp, aslında derinden derine tam tersi sert sonuçlar ortaya koyarak benimle aynı sitemleri sergiliyor.

Yanlış anlamayın, Her filmi sayesinde daldığımız bu teknolojiye karşı eleştirel duruş, tamamen iletişim çağı karşıtlığı değil. Bir Uno Bomber modeli çizmiyorum.

 Gerçek oyunlarımız bu çağ tarafından çalınmadan öncede, gelip geçen araçlar yüzünden şehrin sokaklarında top oynamak yeterince zorlaşmıştı zaten.

 Ayrılmaz muhteşem ikili sistem ve teknoloji, bizler için ellerinden geleni yaparak hayatımızı kolaylaştırmaya çabalarlarken, bir araba sahibi olmak için hayatının 10 yılı boyunca borçlanabilen insanoğlunu da yaratmayı başardılar.
Eee kolay ulaşım için değerdi.
 Düşünsenize 2 yıl sonra hiçbir mali değeri ve teknolojik verimliliği kalmayacağını bildiğiniz bir akıllı telefon için 2 yıllık sözleşme imzalamanın 10 yılın yanında lafı mı olurdu.



 Bizler hayatları boyu sokaklarda oyun oynamamış, iletişimsiz, yalnız, borçlu, yarı aç yada gereğinden fazla paraya sahip, devlet verilerine göre %6,8'i, gerçeklere bakılırsa %67'si hayatının herhangi evresinde depresyon ve benzeri bozukluklar geçiren ve tarihte hiç olmadığı kadar yüksek oranlarda intihar eden modern dünya toplumu olarak, teknolojinin bize sağladığı bu iletişim olanaklarını ve muhteşem teknolojiyi, bu oranda kullanmaya devam edersek, emin olun birkaç jenerasyona kalmaz hepimiz filmdeki gibi yollarda bir yapay zekayla konuşa konuşa geziniyor olacağız.

 Ve inanın bana, bu tipleme MAHALLENİN DELİSİ değil sistemin istediği ÖRNEK İNSAN olacak...

Yazı:
OvErUyUz

Edit:
Aurea Lux 



 

AŞK / HER
(Türkçe Altyazılı Tek Parça Full izle) 
 
AŞK / HER
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full izle)
 

im Juli / Temmuz'da

İn July / Temmuz'da
Orijinal İsmi : İm Juli
Tür: Macera / Romantik Komedi
Yıl :2000
Yönetmen : Fatih Akın
Senaryo : Fatih Akın
Ülke : Almanya
Oyuncular : Moritz Bleibtreu , Christiane Paul, Mehmet Kurtulus, İdil Üner, Birol Ünel
IMDb : 7,8

Sizlere bugün eskilerden insanın içini sıcacık yapan bir Fatih Akın filminden bahsetmek istiyorum; İm Juli / Temmuz'da...

İnsanın içini ısıtan, durağan hayatınıza bir anda tesadüflerle düşlediğiniz tadın, aşkın ve rengin her an gelebileceğini düşünmenize neden olan, eğlenceli, masalsı bir yol filmi Temmuz'da.

Gerçek ve gerçek dışı öğelerin ustaca harmanlanması, oyuncuların duru sanatı ve müziklerin uyumlu havasıyla gerçekten güzel ve tekrar tekrar izlemeye değen bir seyirlik kotarılmış.


Hayat sizi bunalttığında, her şey çok sıkıcı ve monoton hale geldiğinde, aşkın ve cesaretin insanın hayatına nasıl sihirli bir dokunuşu olduğu hakkında sihirli bir öyküyü muazzam manzaralar eşliğinde hatırlamak isterseniz; Temmuz'da bir doz ilaç niyetine önerimdir.  



Hikayemiz Almanya'da başlıyor; sıradan ve sıkıcı Fizik öğretmeni Daniel güzel ve neşeli bir sokak satıcısı olan Juli' den bir yüzük satın alıyor; Juli etkilendiği Daniel'e yüzüğün ona aşkta şans getireceğini söylüyor, aynı gece Melek adında bir Türk kızına aşık olan tesadüfleri yorumlama yetisi biraz zayıf olan kahramanımız; Melek'in peşinden İstanbul'a doğru yola çıkmaya karar veriyor ; eşzamanlılıkları daha iyi okuyan ve Daniel' in kendisine aşık olacağını düşünen Juli' de bu yolculukta ona eşlik ediyor.



Kahramanlarımız Hamburg' dan İstanbul'a doğru maceralı bir yolculuğa çıkmışlarken her yolculuğun aslında insanın kendisine doğru yaptığı bir yolculuk olduğunu hatırlıyor; sürecin prototip bir öğretmen olan, hayatını belli sınırları hiç geçmeden yaşamaya alışmış kahramanımız Daniel'i nasıl değiştirdiğini ; hayatındaki ilkleri yaşamasının onu nasıl erginleştirdiğini görüyor ve kesinlikle bu seyirden çok keyif alıyoruz.



Aşkın, sihrin, maceranın, eşzamanlılıkların uygun dozda harmanlandığı bu filmi yüzünüzde bir tebessümle izleyeceğinize eminim 
Yazı: 
Edit: 
 Fragman


İm Juli / Temmuz'da 
(Türkçe Altyazılı Tek Parça Full izle)
 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...